Değişik televizyon kanallarında yaptığı tartışma programlarıyla, siyaset arenasında konuşulmayan ve dillendirilmeye korkulan konuları, konuklarıyla tartışarak dünü ve bugünü gündeme taşıyan cesur gazeteci- yazar İbrahim Erdem Karabulut’un İstanbul Gündem Gazetesi’de Arka Pencere’sinde yayınlanan Kara Eylül’ün Yitik Kuşağı yazısı…
12 Kara Eylül’ünün ‘Yitik Kuşağı’ sınıfında olan 1955 – 1965 arası doğmuş olan bu özel kuşak için en iyi adlandırma yitik kuşak adlandırmasıdır. Bu on yıl aralığında bulunan 60-61 yıllarını ayrı tutarsak, daha da güzel bir anlam kazanır.
Çünkü bu iki yaş kuşağı kara Eylül’de kara Eylül’ü yaşatanların emrine girmiş askerlik yapan kuşaktı.
Peki kalan yaş dilimini özel kılan yitik kuşak olarak adlandırılmasına sebepler nelerdi gelin birlikte göz atalım.
Bu kuşak kutuplaştırılmanın doruğunu yaşamış bir kuşaktı. Sokaklar barut kokusu, ayrıştırılmış cadde ve sokaklar, Kurtarılmış mahalleler, ele geçirilmiş okullar, hatta ayrı ayrı kahvehaneler de oturulmaya kadar bir birilerine kin ve nefretle bakıldığı bir siyasi kuşaktı.
Solcusu ve sağcısı olarak içlerinde işgal edilmiş bir devleti kurtarma sevdası taşıyan bu her iki düşünce bir birlerini kırarcasına ölümüne çarpışırken, kara Eylül’ün kudretli generalleri darbe için şartların olgunlaşmasını bekliyordu.
Bu olgunlaşmanın adı ülkücülerin solcuları, solcuların ise ülkücüleri öldürmesinin artışı olacaktı. Akşam aynı silahla ülkücü vurulurken, aynı silahla sabah bir solcunun vurulması olgunlaşmayı kimlerin sağladığının anlaşılması ise günümüzde dahi muammalığını koruma altına almıştır.
Sonuç olarak sokaklar ve caddelerde “kanımız aksa da zafer İslam’ın” ile “Ne Amerika ne Rusya tam bağımsız Türkiye ” sloganları aynı duvarları süslüyordu.
Bu kuşak sokaklarda bir birlerinin kanını dökerken, binlerce genç toprağa düşüyor binlercesi taş duvarlarla örülü hücrelerde taştan yastık, soğuk ve ayazdan kendisine yorgan yapıp uyuyordu.
Okumaya çalışanlar, TÖBDER ve ÜLKÜ BİR-olarak ayrıştırılmış öğretmenlerden eğitim alıyor, sağcı olan ağzıyla kuş tutsa TÖBDERLİ öğretmenden not alamazken, bir solcunun ÜLKÜ BİR’ Li bir öğretmenden not alması ise imkansızdı.
Bu genç nesil sokakta hiç bir şeye bulaşmasa dahi, ya sağcı olacak ya da solcu kimliği taşıyacaktı öyle arafta kalmak yoktu.
POL-DERLİ bir polis muhitindeki solcu gençleri tanır. Diğerleri onun için sağcı sınıfına girdiğinden, öyle ‘fikrim yok, ben ne sağcıyım ne solcu’ deme şansın yoktu.
Paket karakola öyle şimdiki gibi, Teli çevir, sor, yanıt al, bunlar hayal dahi değildi. Nerede hangi karakol’da olduğunu, o ilin valisi olsan dahi öğrenme şansın yok, çünkü sokakta toplanan bu gençler keyfe keder tutulur, güya olaylara karışmaması için tedbir olarak toplanır tabiri caizse ” Eşşek sudan gelene kadar dayağını yerdi ”
Otururdu…
Şimdiki gibi isimleri polis merkezi olmadığı gibi, ne avukat görüş hakkı nede telefon hakkı diye bir şey yoktu…
Çünkü cep telefonu yoktu. Masa telefonların da numara çevirmek için numara yoktu, olsada telefon santralı ya arızalı yada teller kopuktu..
Pol birlisi karşı görüşe, Pol derlisi karşı görüşe indirirdi darbeyi.
Hatta öyle bir dönem yaşandı ki, polbirli ve polderli bir birilerini kurşunladıklarında, suçlu olarak yine bu yitik nesil gençlerden kurbanlar seçildi.
Bu nesil açtı ve açıktaydı.
Ne ikinci bir ayakkabısı oldu, ne yedek parkası, ne dershane gördü nede özel okul.
Bu nesil kreş, ana okulu, okul öncesi eğitim de görmedi. Bu nesil beş kilometre yolu tabanvayla gitti. Ne tramvay ne de okul servisi tanımadı. Bu nesil beslenme çantası kullanmadı. Ailesinden gizli tatlı niyetine bazen kesme şeker ile cebinde gezdi,vöyle çikolata gofretle de büyümedi.
Bu nesil öyle cebinde marllboro ve dupont çakmakta taşımadı. Haftalık sigara istikhakı tekel kuyruğunda saatlerce bekleyip iki paket samsun ve iki paket Maltepe’den ibaretti. Tabi onu da sıra kendisine gelene kadar süre dolmaz ve sigara bitmez ise.
Öyle sabahları okkalı kahvaltı falanda yapmadı bu nesil, çünkü 74 Kıbrıs savaşı ambargosu yemiş ülkede Yağ yok, şeker yok, kahvaltı dolayısıyla yoktu.
Ekmeğe sürülen ekşi salça en iştahlı kahvaltı, öğlen ayrana doğranan kuru ekmek parçaları ise midenin en güzel dostuydu. Anadolu’da hemen hemen her ahır da bir sarıkız organik süt verirken bu nesil’e, ABD tarafından gönderilen süt tozu dayatmasıyla süt tozu içiriliyordu..
Doğal gaz yoktu, desem belki şimdiki nesil ‘ne diyorsun’ diye sorabilir, evet doğal gaz olmadığı için tüp vardı, ama tüpraş grev, boykot, lokavtlardan dolayı ülkede tüpde yoktu.
Kokar yakıt tezzek köylerin kurtarıcısı , bir ton kömür ile bir ton odun başlıca ısınma gerecimizdi. Kuzine gözlü sobalarda pişen patatesle yan komşumuzdaki siyah beyaz TV ‘de renksiz film ve Vadideki hayat en önemli eğlenceleriydi.
İşte bunları yaşarken en büyük sevdaları ülkelerine bağlılıkları ve en önemli aşklarının vatan olduğuna inanmalarıydı.
Bu ülkeyi, bu kuşak kadar kimse sevmedi. Bu kuşak karşılıksız, çıkarsız bir şekilde sevdi. Can vererek, kan vererek sevdi, öldürdü sevdi, öldü sevdi.
Oyun farklı, Tuzak farklı, Kural farklı, işler farklı gelişiyordu.
Bir milletin on yılda yarattığı 15 milyon genç, artık tehlike olarak algılandı. Bir sağ, bir sol olayı yaratılmıştı, hatta faşist, kominist isimler de takılmıştı, zamanla Alevi ve Sünni olarak da işleme kondu. Çünkü ülke dendiğinde mermiye kafa atan bir gençlik ve konu ülke olunca hiç arkasına bakmayan bir neslin varlığı artık tehlikeli görünüyordu.
O dönemin tabiri ile düğmeye basılmış ve olgunlaştığı düşünülen sokak kavgası yani kardeşin kardeşi vurduğu bir kavganın son bulması gerekiyordu.
Takvimler 12 Eylül gecesinin, 13 Eylül’e bağlandığı saatler de ’12 Eylül’ün planlayıcıları 60-61 doğumlu askerler ile sokak ve caddeler tanklarla doluşuyor sokağa çıkma yasakları başlıyor sokağa çıkanlar vuruluyor, çıkmayanlar toplanmayı bekliyordu.
Nihayetinde bu kayıp kuşağın gençleri sağcısı ve solcusuyla toplanıyor karakollarda, okullar, statlarda anlık mahkemelerle ceza evlerine atılıyor, faili meçhul cinayetler olaylar sağcıların işleyebilecekleri sağcılara yükleniyor, solcuların işleyebilecekleri cinayet ve faili meçhul olaylar solculara yükleniyor, itirafçılar bulunarak aldatılıp ifadeleri doğrultusunda iftira attıkları dahi suçlu görülüp cezalara çarptırılıyordu.
İşkenceler,sorgular, idamlar bir birini kovalarken akıl tutulması yaşanıyor, zamanla aynı suçu ortaklaşa işlemiş olan en yakın arkadaşlar dahi bir birlerini satmak zorunda bırakılıyordu. Aylarca hatta yıllarca izleri bulunamayan bir mahkumiyet sonunda idamla yargılananların berat ettiği görülürken, iftiradan yatanların sayısının ise analizi dahi yapılmıyordu.
Keyfe keder bu uygulamalar yıllar yılları kovalarken idam edilenlerin dışında içeride işkenceden ve sorguda ölenlerin yanında adları anılmaz duruma geliyordu.
Yıllarca süren bu işkencelerde kurtulmanın yolunun ‘bir sağdan asın bir soldan asın diyerek’ uygulamaya geçiren zihniyet bu işkenceleri yaşamış iki ayrı taraf için ise karıştırın, barıştırın diye uygulama başlatıyordu.
Akıl tutulması demiştik ya, adına gece solcunun vurduğu silah sabah sağcıyı vuruyorsa, bu silah kimin kimlerin kumpasıydı, çözülmesi mümkün olmadı olamazda.
İşte bu ceza evindeki bu yitik kuşak eşini, aşını, yavrusunu, annesini, babasını vel hasıl her şeyini ceza evinde kaldığı süre içinde kaybetmişti..
Yuvalar dağılmış, bir çok genç eşinden, bir çoğu nişanlısından koparılmıştı..
Çünkü en az yatan 10 yıl süre yattı.
Paçayı yurt dışına atan ülkeye dönemedi, ülkeden sürülen ülkeye alınmadı, vatandaşlıktan çıkarılan, pasaportuna el konan ve hatta bunca yıl geçmiş olduğu halde hala ülke dışına çıkış yasağından etkilenenler var.
Fişlenen, göz hapsine tutulan, devlet memuru olma şansını yitiren derken bu kara Eylül’ün üzerinden silindir gibi geçmediği 60 ve 61 doğumlular. Onların şansımı, şanssızlığımı ne dense bilmiyorum, fakat onlar bu kara Eylül’ü uygulayanların emrinde olan askerlerdi.
Sonuç: 10 yılda yaratılan 15 milyon gençlerin çocuklarının önünün kesilmesi gerekti.
Kara 12 Eylül’ü bize yapan kudretli generallerin babaları bizim çocuklar ihtilali yaptı diye okyanus ötesinde, Pentagon’dan Beyazsaray’a bilgi veriyordu. Yani ihtilali yaptıran ABD yapanlar ise onların ülkemizdeki piç çocuklarıydı…
Sonuç: 650 bin kişi göz altına alınmış, 52 bin kişi tutuklanmış, 14 kişi açlık grevinde ölmüş, 171 kişi sorguda işkenceyle öldürülmüş, ibret olsun diye bir sağdan bir soldan asın denerek 49 kişi idam edilmişti.
210 bin dava açılmış, 230 bin kişi yargılanmış, 517 kişi idama mahkum olmuştu. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmış, 100 bin kişi örgüt üyeliği ile fişlenmiş, 30 bin kişi sakıncalı denerek işinden atılmış, 4000 öğretmen işten çıkartılmış, yüzlerce gazeteci cezaevlerine atılarak haber vermeleri engellenmiştir.
Anayasaya ekledikleri geçici 15.ci madde ile bu işlemi gerçekleştiren 12 Eylül’cüler güvence altına kendilerini almış olmaları nedeni ile yargılanmalarının önünü de kesmişlerdi.
‘Asmayalım da besleyelim mi’ diyen zevat ilk idamı soldan Necdet Adalıyı idam ederek göz dağı verirken, sağdan Mustafa Pehlivanoğlu’na yağlı ilmek takmıştı.
Asker zaten ihtilal öncesi sıkıyönetim ile güvenlik kendisine teslim edilmişken, akan kan durmuyor, durdurulmuyor. Fakat tüm devlet yönetimine el koyduğu gün bir gecede olaylar son buluyordu.
İşte bu kara Eylül’ün talihsiz kuşağı, bu karar Eylül ile birlikte bir çok ihtilal daha ve bir çok e muhtıra atlatsa da hatta post modern darbeler görse de kara 12 Eylül’de öyle piştiler ki, bu kahpe 15 Temmuz ihanetinde dahi tanklara kafa atan, ya onlardı ya onların yetiştirdiği kuşak onların genlerini taşıyan evlatlarıydı.
Kimse asil bir milletin asil evlatları bu millet bu hain kalkışmayı durdu demesin sakın. Bu kahpe girişimi yapan hain Fetö’nün hain evlatlarının karşısına dikilen işte o kara Eylül’ü yaşamış yitik kuşağın ya kendisidir. Ya onlardan olan çocuklarıdır.
Yarından tezi yok inanmayan doktora tezi olarak sokağa çıkan her bir bireyi kare kare tesbit ederek araştırabilir.
İşte sonuç olarak bu kuşak bu kara Eylül’ün ezip silindir gibi üzerinden geçtiği kuşak yitik, bitik olarak adlandırılmış olsa da, Bu kuşak inanılmayacak kadar merttir.
Bu kuşak serttir. Bu kuşak biraz deli biraz dolu ama sevdiğini vatan gibi seven bayrak gibi ülke gibi seven bir kuşak ve ömrünüz boyu göremeyeceğiniz kadar merttir..
Bu kuşak gözyaşı döktüğünde kayayı eriten, kızdığında dağları yürüten, öfkelendiğinde göğsü kafesten fırlayan, deli dolu bir kuşak. işte bu kuşak kadifeye sarılı mermer kadar sert olsada dosta sırdaş,kardeş,arkadaş, şimdiki gençlerin samimiyetsiz deyimiyle “Kanka” değil kardeş gibi kankardeş olacak kadar mert ve yürekli bir kuşak.
Şimdilerde bu kuşak küçüğü 55- Büyüğü 65 yaşında eğer bu kara Eylül’ü yaşayan bir akrabanız var ise, Bu solcu olmuş sağcı olmuş farketmez her ikisi de bu ülkeyi karşılıksız ve çıkarsız sevdi… Elinizin altında varsa eğer bu kuşaktan biri bu anneniz, babanız, amcanız, dedeniz, dayınız, her kiminiz varsa ona iyi bakın, onlar özel bir kuşak, kimine göre iyi kuşak kimine göre yitik kuşak ve nesli tükenmekte olan bir kuşak…
İşte bu kuşak benzeri bir daha bu ülkede olmayacak bir kuşak yoklukla yoğrulmuş, işkencelerle kavrulmuş, sürgünlere savrulmuş, insanlıktan evrilmeye çalıştırılmış, fakat hiç bir işkence, hiç bir hücre, hiç bir idam, hiç bir yargıç, hiç bir ihtilal onun vatan bayrak millet ebet devlet sevgisini törpülemeye yetmemiş.
Her işkence, daha yürekten vatan demesine vesile olmuş.
Ha eğitim mi, şu anki nesli akademik kariyerleriyle öğünerek ders veren üniversite hocalarını ceplerinden çıkaracak kadar taş medresede eğitim görmüşlerdir.
Ha siz yeni nesil gençler sakın diplomasız görüp onun aklıyla sakın alay etmeye kalkmayasınız, o neslin en cahilinin hafıza belleğinde Meydan Larousse vardır.
Yapacağınız şey ondan faydalanmak olsun, onlar ayaklı kütüphane, türlerinin son örneğidirler.
Bilirseniz değerini kıymetini, paha biçilmez kıymetli bir hazinedirler.
İstemeyi bildiğinizde yüreklerindeki volkanı patlatarak yapamayacakları hiç bir şeyin olmadığını gösterebilecek güce kudrete sahip olduklarını anlarsınız.
İyi ki varsınız, Kara Eylül’ün kara kaderli yiğit yılmaz cesur çocukları…
YAZAR/ İBRAHİM ERDEM KARABULUT