YAZAR:İBRAHİM ERDEM KARABULUT.
Defalarca kaleme aldım siyasi ahlak çökerse toplumda ahlak kalmaz.
Ahlaksızlaşan bir toplumda ise adalet, hukuk, ticaret dışında komşu ilişkilerinde önemli rol oynayan mahalle hukukukuda kalmaz .
Sokak kültürünün inanılmaz bir şekilde hızla yozlaştığı Türk Örf, Adet ve Ahlaki kuralların nesilden nesile genetik kodlarla aktarılmasının bozulması ise sokak kültürünün eseri olarak ortaya çıkar.
Bunu artık siyasilerin önemsemeye başladığının görülmesinin ip ucunu MHP İstanbul milletvekili iken Arzu Erdem ilk defa meclise verdiği “Adabı muaşeret” dersinin acil ihtiyaç olduğu önergesi göstermiştir.
Daha sonraları meclise millete vekil olmaları için gönderdiğimiz birkaç vekil ve siyasi parti liderinin de konuya hassasiyet göstererek bu dersin Milli Eğitim Müfredatına girmesi sağlanmış olsa da iş işten çoktan geçmiş bu derslerin mahiyetinin ne olacağını bilmeyen öğretmenler bu konuda eğitilmek için çeşitli seminerlerle aydınlatılmaya çalışılmıştır.
Öğretmenlerimizinde aynı değişimi göstermiş olan öğrencilerimiz gibi olması ise bu konuda Öğretmenlerimizinde eğitilmesinin en az öğrenciler kadar zor olduğu kendisini göstermiştir.
Binlerce yıllık bir devletin köklerinden geldiğimiz siyasilerimiz tarafından sıklıkla ballandıra ballandıra anlatılırken deneyimli devlet anlayışımızı yürütmenin başındaki hükümetler sürekli istasyon değiştirerek durduğu duraklarda kültürümüz ve devlet geleneğimizin değişiminde önemli rol oynamıştır.
Bu nedenle “Benim memurum işini bilir, Anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz,” gibi ifadeler ile siyaset kökü derinlerde olan devletimizin her filiz verişinde başka aşılarla istikamet değişikliğini sağladığı için “Devletin malı deniz yemeyen keriz” ifadelerinin dahi yıllarca kullanılması sağlanmıştır.
Eğitim müfredatına dönecek olursak ülkemizin bekası ve gelecek nesillerimizin daha iyi müreffeh bir ülkede yaşaması için akademisyenlerimizin öğrencilerimizi teşvik edilerek moral ve motivasyon verip ” Ülkemizdeki olumsuzlukları yenecek olan siz gençlersiniz” denmesi yerine öğretim görevlilerimizin öğrencileri dahada karamsarlaştırarak “Bu ülkede gelecek bulamazsınız, Paçayı kurtarmak için yurt dışına kapak atın” sözlerinin sölendiğini bilmeyenimiz yoktur.
Dün genç kızlarımızı “ikna odalarında” yüksek okullara girebilmesi için başını açmaya zorlayan akademik kadrolar bugün adeta sutyenle okula gelen gençlerimize ses çıkarmayıp bunun özgürlük olduğunu savunmaları akla zarar bir uygulama olarak karşımıza çıkarken dersini geçmek için öğretmeni ile ilişkiye giren örneklerin çoğalması bir tesadüf sayılabilir mi?
Kadınlara özgürlük adına üniversitelerde yapılan forumlar ile erkekten dönme kadınlara, eşcinsellere destek veren gençlerimiz yürüyüş ve gösteri ile bu tutumlarını sürdürmeleri masumane özgürlük istemek diye düşünülür mü?
İstanbul Taksim istiklal caddesinde toplanan binlerce kadının “Bizler Orospuyuz Kürt sorunu vardır” sloganı atarken ülkemizde ilgili kurumların Kürt sorunu ile Orospuluğun ne alakası var diyebildiler mi?
Her türlü cinsel tercihe sahip olan bireyler için hiç bir problemin olmadığı ülkemizde en küçük toplum olan ailemiz içine sokulan medeni denen hukuk “kadının beyanı esastır” ibaresi ile karakola “eşim beni tehdit etti” ifadesine anında uzaklaştırma verilmesi sevgi ve saygıyı artırmadığı gibi kadın cinayetlerinin artmasını sağladığı hala anlaşılamamıştır veya anlaşılmak istenmemiştir.
Bir Babanın genç kızının kılık kıyafetine karışarak “kızım bu kıyafetle sokağa çıkılır mı” sorusu ile “Babam beni taciz ediyor” diye soluğu karakolda alıp babasını evden uzaklaştırıp cezalandıran kaç baba var hiç araştırıldı mı?
Cadde ve sokaklarımızda özgürlüğü soyunmak olarak anlayan geleceğimiz olan genç kızlarımızı getirdiğimiz bu hali büyük bir devlet olarak sorgulayıp nedenlerini araştırdık mı? Ankara denen başkentimizde üniversite kapılarında hatta Kocatepe camii avlusunda her gün görmeye alıştığımız “Ben Aysun, Ben Neşe ” gibi telefon numaraları yazılı kalp işaretli kartvizitlerin artık Ankara Cadde ve sokaklarının neredeyse her köşesinde var olduğunu görmemek bu çocuk denecek yaştaki geleceğimiz çocuklarımızın vücutlarını pazarlamasına sessiz kalmak nasıl bir anlayıştır.
Tüm bu olumsuzluklar dışında hükümeti ekranda sunduğu programda mimikleriyle eleştirdi diye (RTÜK) tarafından ceza alan bayan gazeteci örneğini yaşarken sabah program kuşaklarında “Ben seni boynuzladım, en az yüz erkekle ilişkiye girdim yakamdan düş” diyen kadın için evli ve eşi olduğu ileri sürülen erkeğin “Yine de kabulümsün çünkü çocuğumun annesisin gel tekrar birleşelim” ifadesinin geçtiği benzeri neredeyse her TV ekranlarında yayınlanan bu programları masumane programlar olarak görüp neden hiç ceza kesilmez?
Toplu taşıma araçlarında cımbızla kaşlarını alan, makyaj tazeleyen akranı erkek arkadaşına “Lan (AMK) çocuğu” diye bir erkek gibi sinkaf eden çocuklarımızı görmek için kafamızı kumdan çıkarıp nasıl yaşadıklarını görmeliyiz, Yada bu ortamı görenlerin “zamane gençliği” diyerek geçiştirmelerine devlet olarak tebessüm mü etmeliyiz?
Sahiden siz okuyucularıma soruyorum (Z) kuşağı olarak adlandırdığımız bu geleceğimiz gençlerimizi özgürlük adına yaptıkları bu yaşantıya ses çıkarmayıp bir gün mutlaka aslına “rücu” ederler diye beklemeli miyiz?
Özellikle son dönemlerde boşanmaların gittikçe artarak yaşandığı ülkemizde evliliklerin ikinci evlilikler olarak tekrarlanıp çocuk yapma konusunda da büyük tereddütler yaşayan çiftlerin ekonomik gerekçeler nedeniyle çocuk yapmadıklarının söylenmesi kaygı verici bir hal alırken ilgililerin sadece istatistiklerle genç nüfusun azalma eğiliminde olduğunu duyurmaları bu konunun çözümü için yeterli midir?
Büyük mega kentlerde bir veya iki çocuklu ailelerimizin çocuklarını ülkeyi sığınmacı cennetine dönüştürdüğümüz bir atmosferde yabancı uyruklu çocukların bizim çocuklarımıza akran zorbalığı yapması karşısında anında kenetlenerek oluşturdukları iletişim gruplarından toplanıp saldırıya geçmelerinin ailelerimizde bıraktığı etki karşısında yaşadığı çaresizliği anlatamamanın bir rolü var mıdır?
Devletimizin bekası denince bekayı sağlayacak kurum ve kuruluşların güçlendirilerek çağa ayak uydurması sağlanmayıp her kurumun bir başka kuruma hükmetmesi gündeme gelmesi bir tesadüfmüdür?.
Bu tutumların son dönemlerde ayyuka çıkması ise dünyanın en büyük adalet sarayı olarak bilinen İstanbul-Kartal adliye sarayının her konuda yetkilisi olan Cumhuriyet başsavcımızın Yargıtay başkanlığına “Başında bulunduğum adalet sarayında Hakim ve Savcılarımızın başta uyuşturucu olmak üzere, Mafya, Fetö terör örgütü, cinayet dosyaları bir fiyat listesi oluşturularak ücreti mukabilinde adaletin satıldığı” şeklindeki ihbar dilekçesine yayın yasağı getirilmiş ülkemizde devletin birliği ve bütünlüğünü sağlaması için seçtiğimiz siyasilerimizden tek bir cılız ses dahi çıkmamaması şaşırtıcı değilmidir?
Yargıtay’ın Anayasa mahkemesinin verdiği kararı tanımayıp verdikleri hukuk savaşı karşısında hiçbir kurumun “sizler bu tutumla ülkemizde ne yapmaya çalışıyorsunuz? ” diyememesi ilginç bir gariplik olarak algılanmıyormu?
Türk ceza hukuku üzerinde öylesine ilginç maddeler eklenerek yamalı bir bohçaya dönüşmüştür’ki bir dava dosyası için bir hakim berat verirken aynı içerikli dosya için bir başka hakim yıllarca ceza yatıracak şekilde yorumlamaktadır. Bu durum daha da ileri gidilerek aynı hakimin aynı türdeki dosyaya bir gün önce bir ay ceza verirken bir gün sonra beş ay ceza verdiği örneklerin çoğalması toplumumuzun hukuka güvenini sonuna kadar sarstığı neden görülmez?
Bu durumu İstanbul Bakırköy Adalet sarayının çıkardığı dergide hakim ve savcılarımızın başlarından geçenleri anlattıkları hikayelerde çok daha vahim bir durumda olduğunu adeta itiraf ettiklerini gösteren makaleler okunduğunda ülkemizde adaletsizliğin had safhada olduğu görülmüyormu?
Adalete olan güvenin sarsıldığı bu örnekler ticari ahlakın ne durumda olduğunu sorgulamamızı akla getiriyor.
Ticarette verilecek örneklere geçmeden önce ülkemizde adeta çocuk denecek yaştaki gençlerimizin uyuşturucu batağına saplanmalarının örneklerini verecek olursak
neredeyse gençlerimizin %80 kısmını oluşturanların uyuşturucudan ceza evlerinde yattığı gerçeği istatistiklerle mevcutken bunun nedenleri neden araştırılmaz?
Bir paket sigaranın 50 TL olduğu için tütüne döndüklerini 1 şişe biranın 80-90 liradan satılması nedeniyle sigara içerisine çok düşük fiyatlara temin ettikleri farklı uyuşturucuları sigara tütünüyle içmeleri ile rahatladıkları gerçeği gençlerin sıklıkla ifade ettiği bilindiği halde bu bataklığa nasıl düştüğünün bir basit örneği iken bu konuda bir çalışmanın yapılmaması dikkat çekici değilmi?
Alkol ücretini karşılayacak durumda olmadığı için kendi imkanları ile yaptığı alkol ve benzeri uyuşturucuları kullanırken vücutlarına verdikleri zararlı maddelerin sonucunda zamanla ana haber bültenlerinde ölümlerle sonuçlandığını duyuyoruz.
Sigaranın fahiş fiyatlarla satılması sonucu her köşe başında bir tütüncünün açılması dışında her mahallede hatta artık birçok tekel büfesinde dahi sahte alkolün satılmasının nedenini hangi kurum araştırmaktadır?
Ticari ahlakın artık neredeyse bittiğini ifade etsek yanlış bir tespit etmiş olmayız.
Adı Türk Telekom olan GSM operatörünün uyduruk sadece 50 krş için müşterisinin telefonunu iletişime keserek 49 TL açma kapama alması ayrıca müşterinin 50 krş. olan faturayı 2,5 Lira ödeyerek 50 kat fazla para tahsil etmesini dünyanın hangi ülkesinde görebiliriz? Ülkemizde devlet denetiminde olan bir kurumsal şirketin yaptığı ticari ahlaksızlığı net olarak ortaya koyması geldiğimiz durumun vahametini ortaya koymuyormu?
İnternette gezindiğinizde başkent Ankara adalet sarayına tek tırnaklı etten üretilen yemeklerin altı ay süre ile verildiğini görmek ticari ahlaksızlıktaki cesareti de gözler önüne sermektedir.
Neredeyse her gün duyduğumuz At, Eşek ve Domuz etinin yakalanarak imha edildiği ülkemizde Baklavaya bezelye, kırmızı bibere tartıda ağır olması için tuğla tozu ilave edilmesi ticari ahlakın ne kadar yozlaştığını gözler önüne sermiyormu?
Bir market ile bir diğer marketin fiyat listesinin bir birine uymadığını gördüğümüz ülkemizde rekabet diye geçiştirip dururken aynı firmanın ürettiği aynı litre derinliğindeki bir çöp kovasını aynı cadde üzerinde aynı AVM içerisinde iki farklı mağazada biri 100 Liradan satarken diğeri 200 lira etiket koymasının adına ticari ahlak denebilirmi?
Gelişmiş ülkelerde emeklilerinin ülke ülke gezdiği dünyada bizdeki emeklilerin market market dolaşarak hangisi daha ucuza neyi satıyor arayışı kabul edilebilir mi?
Devletimizin büyük devletler arasına girmesi için yetiştirdiğimiz kadroların liyakatini aldıkları diplomalarla değerlendirerek görev verdiğimiz bireylerin görevlerini hakkıyla yaptıklarını düşünüp kontrolden uzak kalmamız sonucu yaşanan olumsuzlukları neden hep görmezden gelmekteyiz. Bakanlık girişlerinde görev yapan polislerimizin bir yetkili ile görüşmeye gelen vatandaşlardan aldıkları kimliklerle yaptıkları sorgulamada bir mahkemeye şahit olarak gitmediği için yakalaması çıkarılan vatandaşın adeta sokakta aranıp taranarak bulunmuş gibi en az üç personelin tutanak tutarak yakalamış olduğunu gösteren belge hangi anlamda tutulmaktadır?
Bu tutanağı üç memurun imza altına alması tutanakta ismi geçenlerin görevlerini iyi yaptığının göstergesimi sayılmaktadır? Yoksa bir ekip gibi görülmesi sağlanarak arama tarama yaparken bir suçluyu yakalamış gibi kişi başına aldıkları bir ücret için mi yapılmaktadır?
Kolluk kuvvetleri Müdür ve amirlerinin mahiyetindeki çalışanlarına ellerindeki küçük el tabletleri ile kimlik kontrolü için sokağa gönderdiklerinde durumu şüpheli insanları (GBT) genel bilgi toplamasına bakınız mı deniyor? Yoksa bir kota verilerek kolluk kuvvetlerinin kotayı doldurması için önüne gelene “Gel buraya (GBT) yapacağım” diye yaşlı, genç, kadın, kız, çocuk, demeden bir devlet memuru tavrı dışına çıkarak uygulama yapmak mı isteniyor?
Ankara Keçiören denetimli serbestlik bürosu giriş kapısı önünde kontrole gelen denetimli bilinen kişileri polisin özellikle burada (GBT) Sorgulaması yapması kota doldurmak için midir? Yoksa bu uygulamayı yapan polislerin çok sorgulama yaparak çalıştıklarını amirlerine göstermek için midir? bunun yanıtını siz düşünün…
Biz bu bin yıllık geleneği olan devletimizde padişahların dahi tebdili kıyafet ile başta kurum ve kuruluşlar olmak üzere halkın arasında toplumun durumunu takip ederken geldiğimiz bu teknolojinin adeta her vatandaşı göz hapsinde tuttuğu ortamda göreve yolladığımız üç beş memurun vatandaşa nasıl hitap edip nasıl muhatap olduğunu görmek için maun masadan kalçalarını kaldırmayan görevli amir ve müdürlerin tebdili kıyafet gezip “Milleti yaşat ki devlet yaşasın” kültürü ile yaşamış bir devlet geleneğinin bir milleti olarak milleti düşünen bu milletin çocukları olduklarını devlet memuru olunca unutan liyakatsiz bireylerin kontrol edilmesini ve liyakatli amir ve yetkililerin devlet yetkilisi olarak görmeyi istemek hakkımızdır diyorum.
Necip Fazıl Kısakürek ne demişti hatırlayarlım “Bir Milleti Yıkmak İçin Önce Ahlak ve Kültürünü Yok Etmelisin” Başımıza gelenler sakın bu doğru tesbit olmasın.
Bu milletin bir ferdi olarak ahlaksızlaşma yönünde hızla ilerleyen kamu kurum ve kuruluşlar başta olmak üzere tüm özel ve tüzel kişilere “AHLAKSIZ BİR TOPLUMA İTİRAZIM VAR” diyorum.